Throne of Rats
Mesaj Sayısı : 31 Nerden : Tokat Rep : Teşekkür : Ruh Hali : Tuttuğu Takım : Konuya Puan Ver : <div class="js-kit-rating" view="score"path="" title="" permalink=""></div><script src="http://js-kit.com/ratings.js"></script> Kayıt tarihi : 01/09/08
| Konu: Sessiz Kalmalılar C.tesi Eyl. 20, 2008 10:03 am | |
| Utanç her zaman iyidir ki sessiz kalasın. Hele içindeki utanç seni yiyip bitirirse o zaman sessizliğin en üst seviyeye ulaşır ve daha yücelirsin. Sessizliğini ancak doğru zamanda konuşarak bozabilirsin. Fakat doğru zamana kadar sessiz kalmalısın ki o zaman sessizliğin bir anlam kazansın. Bir palyaço ve eğlendirici olan Yakup Emici konuştuğu zaman karşılığını alabiliyordu çünkü Yakup içinde kopan fırtınayı sadece yeri geldiği zaman ortaya koyuyordu. Panayırlarda, doğum günü partilerinde ve lunaparklarda. Ona karşılığı gülenler, alkışlayanlar ve sevinenler veriyorlardı. Ancak Yakup annesinin sözüne de kafası takılan ve bu kısır döngüden kurtulamayan insanlardan biriydi. Yakup’un annesi yaşadığı süre boyunca sürekli migren ağrılarından şikayet edip dururdu. Yakup’un utangaç yönünü çok iyi bildiğinden ona güzel bir bahane ve kılıf uydurmayı başarabilmişti. Öncelikle bir çocuğu baz alarak yalanını ve korkutma formatını ortaya koydu. Çok konuşan çocuklar Şeytan’dır. Hele hele azanlar, tutturanlar ve şımarıklık yapanlar direkt olarak cehennemin bekçileri olurlar. Yakup çocuk zekasıyla annesinin baş ağrılarını hafifletmek için uydurduğu bu miti öylesine hazmetmişti ki ilk korktuğu unsur annesinin başını ağrıtmamak için susmak değil, Şeytan olmamak için susmaktı. Bugün sizlerle bir oyun oynayacağız çocuklar. Öyle ki sizi kandırmak isteyecekler ama siz bu yaşınıza rağmen iradenizi kullanarak sessiz kalacaksınız ve Tanrı’ya erişeceksiniz. Hanginiz bu oyunu en iyi kavrarsa, aranızdan o kişi Tanrı’yla daha çok birlikte olacak ve hatta onunla konuşma şansını bile elde edecek. Şeytan tabi ki devreye girecek ve sizin ağzınızı açmanız ve içinizdekileri haykırmanız için sizi tahrik edecek. Ona kanıp kanmamanız serbest ama her kim ki bu oyunda galip gelmek istiyorsa sessiz kalmalıdır. Yakup bu metotla her zaman Tanrı’ya inanmıştı. Kendince teorileri de vardı Yakup’un. Ona göre Tanrı da bir çeşit eğlendiriciydi. Belki de palyaçoydu ama en sessiz eğlendirici. Belki de bu yüzden en büyük, en tapılan ve en kusursuz varlıktı. Ama Yakup Tanrı sessizliğinde olan başka hiç kimse göremediğinden herkese acıyarak bakıyordu. Hatta kendisine bile. Ama suç Yakup’un suçu değildi. Nasıl Tanrı’dan başka yer yüzünde bulunan herhangi birisi Tanrı olamıyorsa, Tanrı kadar sessiz kalabilecek bir kişi ya da varlık da bu yeryüzünde yoktu. Şu ana kadar gittiği hiçbir doğum günü partisinde ya da eğlendirici mekanlarda bu formu öğretememişti. Ancak bu sefer planı farklıydı çünkü bu sefer çaba sarf etmiş, düşünmüş ve annesini mutlu edecek bir oyunla çocukların karşısına çıkmayı planlamıştı. Haziranın dokuzunda Yakup bir doğum günü partisine çağrılmıştı. Dört katlı bir malikanenin bahçesinde verilecek partideki bütün çocuklar diğer çocuklardan farklıydı. Onlar yetenekli ve zeka düzeyi en üstte gezinen çocuklardandı. Hiper aktiftiler ve özel sınıflarda eğitiliyorlardı. Yakup oyununun onlar üzerinde etkili olabilmesi için Tanrı’ya yalvardı. Yakup malikaneye vardığında onu ilk karşılayan kırklı yaşlarında olan ve zengin olduğunu herkese göstermek uğruna takıp takıştıran, sürüp sürüştüren züppe bir kadındı. Yakup kadının elini sıkmak için ona uzattığında kadın geri tepki vermedi ve Yakup’un eli havada kaldı. Kadının Yakup’a söylediği ilk şey çocukların eğitim seviyelerinin yüksek olduğu ve onlara dikkatli yaklaşması gerektiğiydi. Yakup kuşkuluydu çünkü bu kadar zeki çocukların bir palyaçodan haz alıp almayacakları onu tedirgin etmişti. Bu düşünceyi soru şeklinde kadına yöneltti. Aldığı cevap onu tatmin etmemişti. Kadın Yakup’a çocukları katılana kadar güldürmesi gerektiğini ve eğer bunu başaramazsa parasının verilmeyeceğini söyledi. Yakup para konusuyla zaten bugüne kadar hiç ilgilenmemişti. Tek düşündüğü çocukları oyununu oynamaya ikna edip edemeyeceğiydi. Çocuklar yedi-sekiz yaşlarındaydı. Yakup’u gördükleri ilk anda ona doğru koştular. İçlerinden bir çocuk Yakup’un büyük ayakkabıları üzerinde tepinmeye başladı. Küçük bir kız çocuğu Yakup’un kırmızı sünger burnunu kopardı ve fırlattı. Bir başka çocuk ise elindeki limonata bardağını Yakup’un elbisesine fırlattı. Yakup sinirlenmedi ve bütün çocuklardan daire şeklinde dizilerek oturmalarını rica etti. “Palyaçoya ölüm!!!” nidalarıyla bütün çocuklar Yakup’u yere yatırdılar ve teker teker vücudunun üstünde tepinmeye ve abanmaya başladılar. Çocukların annelerinden biri bu hoş karşılamayı gördü ve sinirli bir biçimde çocukların üstüne yürüdü. Yakup’u tekmeleyen oğlunu ondan uzaklaştırdı ve onu ciddi bir tavırla uyardı. Çocuk hafifçene sakinleşti ve Yakup’tan özür diledi. Yakup onun yanağını okşadı ve cebinden çıkardığı parçalanmış papatyayı ona verdi. Diğer çocuklar da sakinleşmişti. Yakup uyarılan çocuğun annesine teşekkür ettikten sonra kadının malikanenin ön merdivenlerinden ikinci kata çıkışını seyretti. Bir kez daha daire şeklinde dizilerek oturmalarını rica etti. Bu sefer çocuklar Yakup’un ricasına uydu ve dediklerini uyguladılar. “Sizler yetenekli çocuklarsınız. Bunu kendiniz de biliyorsunuz. O yüzden sizler için çok ama çok özel bir oyunum var. Aranızdan hiçbiri Tanrı’yı görmedi ama görebileceksiniz.” diyerek söze başladı Yakup. “Bu nasıl mümkün olacak ? Tanrı fiziksel bir varlık değil ki...” dedi çocuklardan biri. “Nasıl ?” diye sordu bir kız. Bu sorunun üzerine Yakup ayağa kalktı ve masanın üzerinde duran limonata sürahisini kırdı. Çocuklar irkildi ama yerlerinden kalkmadılar. Yakup elinde kırık cam parçalarıyla çocuklara yaklaştı ve “işte” dedi. “İşte bunlarla.” Çocuklar Yakup’un bu hareketine anlam getiremediler. “Şimdi her birinize bu cam parçalarını vereceğim. Yapmanız gereken tek şey cam parçalarını yanınızdaki arkadaşınızın boynuna saplamak ve olabildiğince sert bir biçimde kesmek.” Küçük bir kız çocuğu ayağa kalktı ve bu oyunu oynamak istemediğini söyledi. Yakup kızı yanına çağırdı ve Tanrı’yı görmek isteyip istemediğini sordu. “Bana ne Tanrı’dan” dedi kız. Yakup kızı kolundan tuttu ve çocuklara doğru yöneltti. “İşte zeki olduğunu sanan bir kız. Eğer sen bugün böyle diyorsan hiçbir zaman Tanrı’nın yanına yaklaşamazsın. Tanrı’nın en sevmediği şeylerden birisi de gürültüdür. Sizler yeterince gürültü yaptınız. Şimdi Tanrı’nın huzurunda özür dilemelisiniz.” “Yani bu oyunu oynarsak ölecek miyiz ?” diye sordu küçük bir çocuk. Yakup bu sorunun ona sorulacağından adı gibi emindi. Cevabı da hazırdı. “Sizler daha küçüksünüz. O yüzden gittiğiniz yerde uzun süre sessiz kalırsanız kurtulursunuz ve geri dönersiniz. Sizi kandırmak isteyen Şeytan her zaman yanı başınızda olacak. Ona asla uymayın ve ağzınızı açmayın. Çünkü ağzınızı açarsanız geri dönemezsiniz. Gittiğiniz yere utanarak gidin. Asla kendinizden emin bir şekilde değil.” “Ya kan kaybından ölürsek ?” diye sordu bir kız. “Kan gürültüyle akar. Sessizlikle değil.” diye yanıtladı Yakup. Bu cevabının üzerine çocuklar ikna olmuşlardı. Bazılarının gözündeyse heyecanın doruk noktaları hissedilebiliyordu. Yakup cam kırıklarını çocuklara dağıldı ve birbirlerinin boyunlarına saplamaları için komut verdi. Çocuklar komutu duydukları anda kırıkları birbirlerine sapladılar. Çocuklar ilk başta hızlıca akan kanın etkisinden dolayı çok korktular ve Yakup’a baktılar. “Daha oraya varmadınız. O yüzden kan akıyor. Sessiz olursanız kan duracaktır.” diye konuştu Yakup. Çocuklar bir bir devrilmeye başladılar. Yakup tarafından sessiz oldukları görülebiliyordu ama Tanrı katında sessiz olup olmadıkları bilinmiyordu. Çocuklar öylece yatıyorlardı ve çimlerin üstüne kan hızlıca yayılmaya devam ediyordu. Yakup’un bir süre sonra duyduğu ilk şey bir kadın çığlığı oldu. Hemen ardından diğer kadınlar da çığlıklarla Yakup’un üstüne atıldılar. Yakup’un polise anlattığı tek şey partideki çocukların annelerinin çocuklarına sessiz kalmayı öğretemedikleriydi. Yeteneklerinin, sessiz kalıp doğru zamanda konuşmadıktan sonra hiçbir anlamının olmadığından bahsetti. Yakup’a göre çocukları Şeytan kandırmış ve onları konuşturmuştu. Bu yüzden de geri dönememişlerdi. Her şeyden haberdar olan çocuklar Tanrı’nın neyi sevip sevmediğinden habersizlerdi. Yakup bunları söyledikten sonra ağzını kapadı ve hücresinde ölene kadar bir daha da ağzını açmadı. Ta ki doğru zaman gelene kadar. Doğru zaman bir daha hiç gelmedi ki. | |
|